İFSAK Çevrim içi Etkinlikler Tüm Hızıyla Devam Ediyor!
Vefa
Burcu Göknar
Burcu Göknar’ın ’ın fotoğraflarından oluşan “ Vefa “ kitabı İFSAK TV’de .
21 Ocak 2021 Saat 20.00 de Burcu Göknar ile birlikte gerçekleştireceğimiz canlı yayına sorularınız ve yorumlarınızla katılabilirsiniz.


Vefa – Önsöz
Yasak bir aşkın hikâyesi
BURCU GÖKNAR
Vâlâ Nurettin, 1946 yılında izlediği bir Fenerbahçe-Vefa maçının ardından, diğer takımın disiplinli oyununa karşın, Vefa takımının “romantikçe” oynadığını söyler.
1953 tarihli İstanbul Haber Gazetesi’nde, yazar Z. Işık Üstün, “Sporu spor için, kulüp aşkı için yapan Vefalı ağabeyleri” anarken; “Uzak bir semtteki maça parası olmadığı için, kulüpten beklemeyerek yayan giden, aç biilaç oyun oynayan, malzeme sandığını omzuna vuran o asil ruhlu insanları hürmetle anmak, vazifemizdir” der.
Altmışlı yıllara gelindiğinde, ne zaman eseceği belli olmayan Türk modernleşmesinin rüzgârları; yine önüne kattığını savurmaya başlar. Aynı yıllar, Vefa futbol takımı için de bir düşüşün başlangıcı olur. Takım, yıllarca Millî Küme ve Millî Lig’de oynadıktan sonra, 1962-63 sezonunda bir alt lige düşer. Bu düşüş bir şekilde, köyden kente yönelen ilk göç dalgasının etkilerini taşır. Çarpık kentleşme, yavaş yavaş önce Vefa semtini, ardından Vefa futbol takımını yutmaktadır. Gurbete gelenlerin destekledikleri bir memleket takımı, bir de şehrin “büyük” takımı varken, Vefa, gitgide yeni göçmenlere kentli oldukları hissini verebilmekte “kifayetsiz” kalır. 1964-65 sezonunda 2. Lig şampiyonu olsalar da; 1973-74 sezonunda takım tekrar küme düşer. 1986-87 sezonunda 3. Lig’e, 1993-94 sezonunda ise Amatör Lig’e düşerler. 1998-2000’de tekrar 3. Lig’de oynasalar da; o tarihten sonra bir daha İstanbul Süper Amatör Lig’den, profesyonel liglere geri dönemezler.
Kuruluşu 1908’e dayanan Vefa Kulübü, 100. yıl dönümleri geldiğinde, yaşıtı olan büyük kulüpler gibi kutlama yapamadı. Artık devir değişmişti ve bir zamanlar “4 büyükler” derken Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe’yle birlikte Vefa’nın da kastedildiği çoktan unutulmuştu.
Endüstriyelleşen futbolun tüm çiğlikliklerine karşın, Vefa Kulübü’nü bugün hâlâ, eski başarılarına dönebilme umudu ve geçmişin mirası “marazi” bir romantizm birlikte yaşatmakta… Bugün Vefa’da top koşturanlar da, bu mirasla sarmalanmış, ancak ister istemez mevcut düzenin değerleriyle şekillenmiş gençlerdir. Öyle ki, takım bir şekilde, bir sezon bolluk görse, futbolcuların da ruh halleri, tavırları ona göre değişiverir. Zaman zaman Vefa’lı genç futbolculara, geçmiş futbolcular kuşağının efendi ve mücadeleci ruhunu omuzlarında taşıdıkları anlatılır durulur.
Biz ise, eski futbolcular kuşağına, Ozan Öztepe’nin dizeleriyle bir selam yollarız:
“Ahh… / derin denizlerdeki / kayıp denizciler / ne kadar hür olduklarını/ bir bilebilseler…”
Ve mevcut ekonomik sistemi –her şeyi yalayıp yutmak isteyen o koca canavarı– iyi tanıdığımızdan olsa gerek, Vefa hep temiz kalabilsin diye, hani neredeyse “hep yokluk çeksin” diyeceğimiz tutar. Takımın “patronların” eline geçmesini istemeyiz içten içe…
Futbolun yoksul sınıflara ait geçmişini hızla unutması, tüketime yönelerek daha çok orta ve hatta giderek üst tabakaya hitap etmesi, stadyumlarda taraftarın tepesine dikilen locaların çoğalması, onların iktidarlarını “bizim alanlarımızda da” pekiştirme isteklerini vurgular.
Her tür zeminin sürekli ayaklarımızın altından kaydığı, dünün ve bugünün “değerli” addettiklerinin farklılaştığı bir devirde, aşina başarılardan uzak bir takımı sevmek –bilerek ya da bilmeden– bu kara düzene teslim olmamak için yapılan kişisel bir eylem türüdür.
Bir umudun peşinde, her maça koşturarak giden bir avuç taraftar, adeta yasak bir aşkın tarafıdırlar. Onlardan “büyük” takım taraftarlarından farklı olarak, tüm “günahlarının” bedelini ödemeleri, sevinç ve acılarını vakur bir edayla içlerine sindirmeleri beklenir. Herkes şehrin sokaklarında bağırıp çağırırken, onlar bu âlemin dilsizleridir. Onları, ancak gizli aşklarının parıldadığı gözlerinden tanıyabilirsiniz.
2008-2009 yıllarında çekilmiş bu fotoğraflarda, o gözler ve geçmişten bugüne sirayet eden ruh aranmaktadır. Burada esas izi sürülen futbol değil, –ne kadar başarıldıysa– futbol vesilesiyle, akıntıya karşı kürek çekenlerin yılgınlıkları, yasları, aşkları ve dirençleridir.
UEFA yerine Vefa’nın peşinde
SIMON KUPER
Kimsenin yüzü görünmüyor. Bunun yerine fotoğrafçı, üzerlerine uymayan elbiselere, ucuz ayakkabılara ve fotoğraf makinesine doğru tuttukları tek kupa ve içinde madalyaların bulunduğu çerçeveye odaklanmış. Bir açıdan bakıldığında, resim futboldaki başarıların parodisi: birdenbire Büyük Futbol’un umutları ve hayalleri önemsizleşiyor. Başka bir açıdansa, resim hiç de eğlenceli değil. Şu tek kupa (zaten tam olarak ne için verilmiş ki?) ve şu madalyalar, yalnızca onları ellerinde tutanlar için bir anlam taşıyor. Herkes, kendi yaşamını ciddiye alır; Burcu Göknar da, Vefa futbol takımını ciddiye alıyor. Şubat 2008’den başlayarak 15 ay boyunca onları takip etti, maceralarını fotoğrafladı ve ortaya futbola bambaşka bir bakış içeren bir çalışma koydu. Bu yeni bakış, yukarıdan bir noktadan başlıyor.

Birinci sınıf futbol, neredeyse her zaman aynı noktadan fotoğraflanır. Kalelerin arkasına bütün fotoğrafçılar uzun sıralar halinde dizilir. Eylem anının fotoğraflarını çekerler, genellikle bir veya iki oyuncu vardır karenin içinde. Bu anlar, futbolun kanıksanmış görüntüsüdür; çünkü spor sayfalarında genellikle her maç için yalnızca bir büyük fotoğrafa yer verilir. Futbol sahnesi hazırdır ve bu fotoğrafçılar da boyun eğerek sahnenin önünden fotoğraflarını çekerler. Alman yazar Günter Grass, “Eğer gerçeği görmek istiyorsanız, sahneye asla ağzı açık bir şekilde bakmayın,” diye yazar. Sahnenin arkasına veya altına geçmelisiniz. Ancak, birinci sınıf futbolun çoğu fotoğrafçısı Günter Grasss’ı dinlemez.
Büyük Futbol’un bu fotoğrafçıları, bağlamdan soyutlanmış bir futbol gösterirler bize. Gazetelerde, içinde yarım düzine oyuncunun olduğu bir resmi çok nadir görürsünüz, olsa olsa bütün savunmanın çöktüğü bir an olabilir mesela. Eğer spor sayfalarında fon da görünüyorsa, bu genellikle stadyumun sıralarında oturan taraftarlardır ve birinci sınıf futbolda, Johannesburg’dan İstanbul’a ve Londra’ya kadar, bütün stadyumların hepsi de aynı görünür. Yerel renkler pek enderdir ve fotoğrafçılar, zaten bunun peşinde değildir. Bize zaman ve mekân dışı bir maç sunarlar.
Ortaya koydukları fotoğraflar, Yunan heykellerinin bir karmasıdır: hareket halinde kaslı yarı tanrılar. Bunlar gerçek insanlar değil; süper kahramanlardır. Çoğumuzun oynayarak büyüdüğü futboldan çok uzaktırlar.
Bu tabuları yıkmaya başlayan ilk büyük fotoğraf sanatçısı Hollandalı Hans van der Meer’dir. On yıl kadar önce, yanında küçük bir merdivenle önce Hollanda’da sonra Avrupa’da amatör maçlara gitmeye başladı. Doğanın ortasında oynanan veya kalelerin arkasında evler olan maçlara gitti, tıpkı Burcu Göknar’ın fotoğraflarında olduğu gibi. Van der Meer, merdivenine tırmanır araziyi fotoğraflar, oyuncular çıkana kadar bekler ve koşmaya başlayınca çekerdi. Futbola ait olanı, futbola geri verirdi.
Göknar’ı, bu geleneğin parlak bir uygulayıcısı olarak görüyorum. UEFA yerine Vefa’nın peşinde (İtiraf ediyorum: O’nun fotoğraflarını görene dek Vefa’nın adını bile duymamıştım). Göknar, artık amatör futbolda oynayan bu eski İstanbul takımına katılarak takımla birlikte dolaşmış, antrenmanlarına gitmiş ve Vefa’nın değerini bilen bir avuç taraftarını tanımış. Ama asla sahneye önden ve ağzı açık bir şekilde hayran hayran bakmıyor; futbola ait olanı futbola geri veriyor.
Bu fotoğraflara, o her zamanki Büyük Futbol görüntülerini aklımızda tutarak bakmadan edemiyoruz. Kimi yönlerden Vefa’nın oyuncuları ve taraftarları, tıpkı televizyonlardaki veya reklamlardaki oyunculara ve taraftarlara benziyor. Yalnızca bağlam değişmiş. Vefa’nın oyuncuları, kendilerinden başkasının pek de aldırmadığı yenilgilerden sonra otobüste veya soyunma odalarında yıkılmış olarak oturuyorlar. Bir iki ender fotoğrafta, kol kola kutlama yapmaktalar ve gene dışarıdan kimsenin, neyi kutladıklarına pek de aldıracağı yok. Absürt madalyaları ve kupa, bütün madalya ve kupaların anlamsızlığını ortaya seriyor. Gene de, bunları kazananlar gururlanıyorlar. Bu, en küçük boyutuyla yaşamdır: herkesin yaşamı dışarıdan bakıldığında, küçük zaferleri ve kaçınılmaz yenilgileriyle anlamsızdır; ama o kişi için gene de önemlidir.
Bu insanları küçümsemek yanlış olur. Vefa oyuncularının ve taraftarlarının para veya ün düşüncesi olmadan futbola bunca önem vermelerinde muazzam bir şey var. Bir saflık söz konusu: bu fotoğraflar yalnızca futbol, kazanmak ve kaybetmek ve sabah uyandığınızda kendinizi başarısız hissetmemeniz ile ilgili. Başkalarını sevmek anlamında da futbolla ilgili. Gazetelerdeki fotoğraflar, çoğunlukla bireyleri gösterirken; Göknar sıklıkla grupları veya en azından birbiriyle ilişkili birkaç kişiyi fotoğraflıyor. Bütün takımı bize (ve belki de antrenöre) bakarken, oyuncuları bir martıyı incelerken ya da oyun başlarken kollarını birbirlerine doladıklarında görüyoruz. Erkekler, sevgilerini böyle ifade eder. Ve bu oyuncular bütün iyi takımlar gibi ve onlar kadar ciddi ve yaptıkları işi ciddiye alıyorlar.
Vefa taraftarları da öyle; Coca Cola reklamlarındaki taraftarlar kadar heyecanlılar. Kalenin arkasındaki tel örgüye asılan adam, Vefa da olsa, takımını önemsiyor. Belki daha da fazla önemsiyor; çünkü o önemsemese kimse önemsememiş olacak.
“Yaşantımı, futbol maçlarıyla ölçüyorum,” diye yazıyor Nick Hornby, ünlü taraftar anıları kitabı Fever Pitch’te (Aşırı Heyecan). Göknar’ın fotoğraflarındaki taraftarlar da öyle gibi görünüyor. Vefa veya herhangi bir kulübü tutmak, yaşamı tanımlamak demek, sekiz yaşından seksen yaşına değişmeyen bir şeye sahip olmak demek. Bu insanlar için stat, bir tür yuva. Hayat karmaşık ve kayıplarla dolu; ama Vefa hep orada duruyor. Bir resimde, kalın bir parmak ölü bir takım fotoğrafında bir yüzü gösteriyor. Bu genç adamlar şimdi neredeler? Ve neden arka sıradaki bu bir asır öncesinin yakışıklı adamını işaret ediyor bu parmak? Başka bir fotoğrafta üzerinde yalnızca “Vefa 1908” yazan bir armayla çıplak ve solgun bir duvar ve sanki ona selam veren biri betimleniyor. Futbol kulüplerinin uzun ömürleri, aslında bizi nasıl sarmaladıklarının göstergesi. Biz gelmeden önce de ve biz gittikten sonra da orada olmaya devam etmelerini istiyoruz. Vefa’yı desteklemek demek, zafer peşinde olmak demekten çok, hayatta kalmayı arzulamak demek. Ama; Vefa’yı tutan bu insanların çoğu, yaşlanmakta sanki. Yerlerine geçecek kimsenin doğmadığını düşündürtüyor insana.

Bir futbol kulübü taraftarı olduğunuzda, kendinizi de belli bir yere bağlamış olursunuz. Göknar’ın fotoğrafları, Van der Meer’inkiler gibi kısmen içinde futbolcular da olan manzara resimleri gibi. Bu kitapta futbol, Şampiyonlar Ligi heyecanı değil; ama doğal arazinin bir parçası ve dolayısıyla İstanbul’un bir parçası: kar, köpekler, apartmanlar, şehrin üzerindeki bulutlar, ağaçlar, çamaşır ipleri, sahaya bakan evler ve bir cami veya bir stada bakan bir hisar. Manzara da, futbol gibi şıklığın tersi. Poz veren yok, temizlenmemiş, kartpostal değil. Öylece duruyor, futboldan ayrılmayan bir bütün olarak. Göknar, bize futbolu günlük yaşamın bir parçası olarak sunuyor. Kendi bağlamı içinde bir maç bu, Cristiano Ronaldo’nun eylem halindeki bin fotoğrafından daha az zarif ama çok daha da güzel.
Burcu Göknar,
13 Aralık 1980 İstanbul doğumlu.
2002 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden mezun oldu. Öğrencilik döneminde, üniversitenin haber ajansı olan MİHA’da fotoğraf editörlüğü yaptı, profesyonel yayın organları için fotoğraf çekti, haber-röportaj yazdı. 2003 yılından itibaren National Geographic Türkiye Dergisi ile başlayarak, yurt içi ve yurt dışındaki yayın organları için serbest fotoğrafçı olarak çalıştı. 2004’de İsveç Enstitüsü’nün ve Konsolosluğu’nun bursuyla Nordens FotoSkola Biskops Arnö’de eğitim gördü. 2010’da Marmara Üniversitesi’nde İletişim Bilimleri Yüksek Lisansı’nı tamamladı, 2014’de Doktora programına kabul edildi.
Varoşlara dair fotoğrafları, 2001’de İfsak 17. Uluslararası Fotoğraf Festivali’nde; “Gece Vardiyası” başlıklı projesi, 2005’de 9. İstanbul Bienali Konukseverlik Alanı’nda, 2008’de İtalya Sardunya’da Menotrentuno-II Fotoğraf Festivali’nde, 2009’da İtalya Sassari Güzel Sanatlar Akademisi’nde sergilendi, 2010’da Asian Women Photographers Showcase adı altında Kamboçya Angkor Photo Festival’den başlayarak Londra, NewYork , Singapur, Yeni Delhi, Pekin gibi pek çok sehri dolaştı, yurt dışında farklı dergilerde yayınlandı, 2013’te ‘Türkiye’den Kadın Fotoğrafçılar’ Sergisinde yer aldı.
‘Tersine Göç’ konulu fotoğrafları, 2010 yılında Türkiye, Yunanistan ve Rusya’dan 5 fotoğrafçının davet edildiği sergide önce İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde, ardından Moskova Uluslararası Fotoğraf Bienali’nde ve Selanik Uluslararası Fotoğraf Bienali’nde sunuldu.
2010 yılında ilk kitabı Vefa, Fotoğrafevi Yayınları tarafından yayımlandı. Aksanat, Kırk Haramiler gibi farklı kurumsal yapılarda fotoğraf atölyeleri düzenledi, Beşiktaş Belediyesi’nde Fotoğraf Eğitmenliği yaptı.
Halen İletişim Bilimleri alanında fotoğraf ile ilgili akademik çalışmalarına devam etmektedir.