Takım Elbise ile Uzun Pozlama

Yıllarca finans sektöründe çalışması sonucunda, üst düzey yöneticiliğe yükselmiş tecrübeli bir plaza insanı Oğuz Büktel. Oğuz Bey ile aldığı eğitimi, kurumsal hayatını ve plazadan kaçmadan dünyaya nasıl baktığını konuştuk. Takım elbiseyle uzun pozlama yapan birinin keyifli hikayesini dinlemek çok etkileyiciydi. Radikal kararlar almadan da, kurumsal hayatla hobi arasında denge kurulabileceğine şahit olduk.  

Merhaba Oğuz Beyhoş bulduk ? Ofisinizin manzarası harikaÇayve kahvelerimiz de geldiğine göre artık sorularımıza yavaş yavaşbaşlayabiliriz.

Kendinizi kısaca tanıtır mısınızNerelisiniznerede büyüdünüznere(ler)de okudunuz?

Ben doğma büyüme İstanbulluyum da ailemin kökenleri biraz karışık. Anne tarafım Bursa İnegöllü, Gürcistan sınırından (Maçahel) göç etmişler. Baba tarafım da İzmir Bayındırlı. Onlar da Selanik’in kuzeyi Makedonya sınırından gelmişler. İstanbul Erkek Lisesi ve sonrasında Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nde okudum. İstanbul Üniversitesi’nde Para-Banka yüksek lisansı yaptım. Yaklaşık 10 yıldır da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doktora öğrencisiyim (3 kere atılıp geri döndüm ? ) Aslında doktora dersleri bitti, yeterlilik sınavını da verdim ama tezi bitiremedim hala.

Makine mühendisiyim ama hiç mühendislik yapmadım. Üniversiteden sonra 1989 yılında Garanti Bankası’ndaki ilk ‘management trainee’ (MT-yönetici adayları) grubuna girdim. Rahmetli babam bankacıydı ama ben aslında bankada çalışmayı hiç düşünmüyordum, yüksek lisans yapmak istiyordum. MT olan başka bir arkadaşım yüksek lisans yapmak yerine bankada çalışmamın daha iyi olacağını, hem güzel eğitim alıp hem de iyi para kazanabileceğimi söyledi ve ikisi birden cazip geldi tabii :). O dönem menkul kıymetler bölümü çok popülerdi, 1989-90 yıllarında borsa sürekli rekor kırıyordu. İnsanlar borsanın ne olduğunu yeni yeni öğreniyorlardı. MT eğitimim bitince Menkul Kıymetler Bölümü’nde çalışmaya başladım.

Mühendislik okumak bilinçli bir tercih miydi?

Aslında çok da bilinçli bir tercih olduğunu söyleyemem. Matematiğe yatkındım. O zaman en yüksek puanla girilen bölüm de Boğaziçi Elektrik- Elektronik Mühendisliğiydi, sonraki yüksek puanlı bölüm ise makine mühendisliğiydi. Elektronik mühendisliği çok ilgimi çekmediği için makine mühendisliğini tercih ettim. Ama şimdiki aklım olsa endüstri mühendisliğinde okumak isterdim.

Garanti Bankasına dönersekMT olarak işe başladıktan sonraki süreçtentecrübelerinizden bahseder misiniz?

6 aylık MT eğitimini, grubun birincisi olarak bitirdim. Sonra Menkul Kıymetler Bölümü’nde çalışmaya başladım. İşe başladığım ilk gün, Menkul Kıymetler ve Sermaye Piyasalarının bağlı olduğu Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Akan (Boğaziçi Üniversitesi’nde de ders veriyordu o zaman), uzman yardımcısı üç arkadaşımla beni yanına çağırarak bir araştırma bölümü kuracağını söyledi. Hisse senedi araştırma maceram böyle başladı.

İki ay boyunca Hazine dahil bir çok bölümde staj yaptık. Her gün bir şirketin analizi yapmamızı istiyorlardı. Ama tabii o zaman internet yok, şirkette PC bile 2 tane. ITO ve ISO’nun kütüphanelerine gidiyorduk, bütün şirketlere yazı yazarak faaliyet raporlarını istiyorduk, şirket bilançolarını faksla borsadan alıyorduk ve tüm bu verileri bilgisayara giriyorduk. Excel yoktu tabii, Lotus 123 vardı ? . Özetle ‘hisse senedi araştırması’nın Türkiye’deki tarihçesini yaşadım diyebilirim. 6-8 ay böyle devam etti. Sonra bize yönetmemiz için bir portföy verdiler. Bölüm başkanım başka bankaya gidince ben de peşinden gittim. Ama iki sene sonra tekrar döndüm. 1989-2006 yılları arasında askerlik ve 2 yıl Esbank’ta çalışmam dışında hep Doğuş Grubu’ndaydım.

Askerden döndükten sonra artık hisse senedi araştırması yapmak istemediğime karar verdim. Daha önce Garanti Yatırım’da yakın çalıştığımız Ferit Şahenk’i ziyaret ederek başka bir alana kaymak istediğimi söyledim. 1999’da medya ve internet projeleri çok sıcak konulardı. Doğuş Holding’de kısa bir süre çalıştıktan sonra NTV Grubu’na geçtim. Kanal E’de çalışmaya başladım, sonra CNBC-e oldu. Kanalın kuruluş aşamasında görev aldım.

Türkiye’de finans yayıncılığı çok amatör düzeydeydi. CNBC-e olarak bu alanda bir çok yenilik yaptık; ekonomik ve şirketlerin kar tahminlerine ilişkin anketler yapmaya başladık. O zaman oluşturduğumuz Tüketici Güven Endeksi hala devam ediyor (CNBC-e kapanınca Bloomberg HT aldı.). Bankacılık ve finans geçmişim olduğu için çok geniş bir çevrem vardı. Bugün yayına çıkan insanların bir çoğunu ilk kez televizyona çıkmaya ben ikna ettim diyebilirim. Televizyon maceram 6,5 yıl kadar böyle devam etti. Ama televizyoncu olmak gibi bir hedefim yoktu. Heyecanlı ve keyifli bir iş olmasına rağmen kişisel kapasite kullanımımın düşük olduğunu düşünüyordum bir yandan da. Hal böyle olunca bir arayışa girdim.

2006-2013 yılları arasında Finans Yatırım’ın Araştırma ve Yurt Dışı Pazarlama Departmanlarının sorumlusu olarak çalıştım. Sonra, Burgan Bank’ın yeni kurulan portföy yönetim şirketinde 2 yıldan uzun bir süre Genel Müdür olarak görev yaptım. 1,5 yıldır da Şeker Portföy’ün Genel Müdürüyüm.

İşimi seviyorum.

Hayatınızda hiç radikal bir karar aldınız ?

Açıkçası almadım. Bunun bir çok nedeni var tabii. Önünüzü göremediğiniz bir ülkede yaşıyorsunuz, hele bir de bakmakla yükümlü olduğunuz aileniz, çocuklarınız varsa radikal bir karar almanız daha zor. Çocukların eğitimleri maliyetleri, emeklilik planları derken finans sektörünün sağladığı imkanlardan vazgeçmek çok da kolay olmuyor.

Aslında bu konu son dönemde çok daha fazla gündemde. Yoğun tempoda çalışan insanların hemen hemen hepsi “maddi kaygılarım olmasa da dünyayı gezsem, ertelediğim işlerimi yapsam vb.” şeklinde hayaller kuruyorlar. Takip ettiğim bir blog var “imTolstoyevski (www.fularsizentellik.com)” adında, tavsiye ederim. Geçenlerde Nepal ve Hindistan’a gitmiş bir süre orada kalmış. Şimdi de “Kariyerinizi çöpe atma rehberi” adı altında yazılar yazıyor ? .

Öte yandan ben işimi seviyorum. Sabah işe erken gelirim, piyasalara bakarım. Haber kanallarından, sosyal medyadan hem gündemi, hem de Türkiye ve dünya ekonomisini takip ederim. Hatta tatildeyken bile bu takibimden kopamıyorum. Biliyorum fazlası zararlı, o yüzden fotoğraf ile bu durumu biraz dengelemeye çalışıyorum.

Pekifotoğraf hayatınıza ne zaman girmişti?

Ben fotoğraf çekmeyi hep sevdim. Rahmetli dayım da dia çekerdi. Hatta bazı fotoğrafları İnegöl’deki aile evimizin duvarlarında hala duruyor. İlk SLR fotoğraf makinemi 1988 yılında üniversitedeyken staj için gittiğim Almanya’da aldım. 2 aylık staj sonrasında, aldığım paranın yarısıyla fotoğraf makinesi seti aldım (Minolta X-300, 50 mm lensi, 70-200 mm zoom lensi, çantası, tripodu…). Tabii o zamanlar film pahalı, öğrenci bütçesiyle çok fazla deneme çekimi yapmak zor. 1 haftalık tatile 3 tane 36lık film alıp giderdim, düşünsenize toplam 100 fotoğraf.

Dijital fotoğrafçılık olayına ise 2002’de kızımın doğduğu sene girdim (Canon A40 2 MP, 8MB Compact Flash kartlı). Filme göre farklı tabi, fotoğrafı çekip sonucu hemen görüyorsunuz. Fotoğraf çekmek kadar paylaşmak da zevkli tabi, o zamanlarda sosyal medya olmadığı paylaşmak için yeterli mecra yoktu. CNBC-e’de çalışırken sabah ve öğleden sonra 10’ar dakikalık iki canlı yayınım vardı, programın ön hazırlıkları ve diğer işler sonrasında bile boş vaktim kalıyordu. Böyle bir zamanda bir arkadaşımın önerdiği Fotokritik’le tanıştım. Sonrasında da fotoğraflarımı fotokritik.com’da paylaşmaya başladım (2004-2005 yılları). Paylaştığım fotoğraflarımın beğenilmesi ve yorum alması çok hoşuma gitmeye başladı, beni çok motive etti. Bu anlamda Fotokritik benim fotoğrafçılık maceramda önemli bir yere sahiptir.

Temel eğitimimi ise Fototrek’te aldım. Bundan önce sadece makinelerimin kullanım kılavuzlarından teknik bilgi edinmiştim. Temel eğitim sonrasında ilerlemeye başlamıştım ki, iş değişikliği yaptım. Finans Yatırım’da çok yoğun bir çalışma temposuna girdiğim için fotoğrafa ara vermek zorunda kaldım. Fotoğraf makinem vardı ama sadece aile, manzara vs. çekiyordum. 2015 mart ayına kadar bu durum böyle devam etti. Sonrasında tekrar bitim kanlandı ? Fototrek’te Arel Kalender Hoca ile pratik fotoğraf atölyesine gittim. Hocam bana yoğun çalışan birinin fotoğrafa nasıl vakit ayırabileceği konusunda örnek oldu. O tarihten itibaren 17-18 kadar atölyeye katıldım. Timurtaş Onan, Hakan Hatay, Arel Kalender, Ali İhsan Gökçen, Ekrem Yiğit, Özcan Yurdalan, Altan Bal, Burak Şenbak gibi değerli hocalarla çeşitli atölyelere katıldım.

Okumayı ve öğrenmeyi çok seviyorum. Örneğin hiç kursa gitmeden, yabancı eğitim videolarını izleyerek photoshop kullanmaya başladım. Boş vakitlerimin yüzde 90’ında fotoğrafla ilgileniyorum. Ajandama baktım da son 8 hafta sonum fotoğraf gezilerinde geçmiş, bir günü bile evde geçirmemişim. Bu arada deniz fenerlerine ayrı bir ilgim var. Hiç bir program olmasa hafta içi iş dönüşü Yeşilköy’e, hafta sonları ise Anadolu Fenerine gidip, deniz fenerlerinin fotoğrafını çekiyorum. Arada sadece fotoğraf çekmek için yalnız seyahat ettiğim bile oluyor. Sağ olsunlar ailem de bu konuda bana destek oluyorlar, hoşgörü gösteriyorlar.

Fotoğraf makinemi sürekli yanımda taşıyorum.

Aile fertlerinin fotoğraf çekmeye ilgisi var ?

Oğlumun pek yok ama kızımın var. Hatta geçtiğimiz yaz İFSAK’ın çocuklar için fotoğraf eğitimine gönderecektim ama gidemedi. İstekli bu konuda, kursun açılmasını bekliyoruz, olursa gidecek. Teknik tarafı biraz öğrenmesi lazım ama kadrajı, fotoğraf gözü anlamında bence iyi. Umarım bu ilgisi devam eder.

Bodrum’da yaşayan ablam da fotoğrafa çok meraklı, ve karma sergilere katılıyor, hatta ikinci üniversite olarak Fotoğrafçılık Bölümü’ne kaydoldu (ben de kaydoldum :))

Biz çoğunlukla kurumsal hayatı tamamen terk etmişo kapıyı kapatmış kişilerle röportaj yapıyoruzSiz ise kurumsalhayatın tukaka olmadığınınkurumsal hayat içinde de zevklere vakit ayırılabileceğinin güzel bir örneğisiniz.

Yok, ben işimi ve çalışma ortamımı seviyorum. Hayat, gün ağarmadan başladığı için yeni saat uygulamasından herkes şikayetçi ama ben aslında memnunum. Her sabah ben yoldayken güneş doğuyor. Keşke şurada olsaydım, fotoğraf çekseydim diye düşünüyor, bazen de çekiyorum. Aynı şekilde akşam da güneş daha geç battığı için iş çıkışında gün batımına yetişebiliyorum. (bir yere kadar tabii, Aralık ortasında masama yerleştikten bir saat sonra gün ağarıyor) Öğlenleri de bazen bulutlu havalarda, ofisimin penceresinden uzun pozlama çalıştığım bile oluyor.

Yoğun  temponuza rağmenheyecan duyduğunuz bir hobi için sabahları daha erken kalkıpuykunuzdan fedakarlıketmenizin çok önemli olduğunu düşünüyoruzÖzellikle istemediği bir işe gitmek için sabahları zorla kalkan bir çokinsanı düşündüğümüzde.

Hobimi iş hayatımla birlikte sürdürebilmek için çaba sarf ediyorum. Arel Hoca’dan öğrendiğim bir şey var, fotoğraf makinemi sürekli yanımda taşıyorum. Makinelerim ağır olduğu için ikinci bir body’m var, onu işyerinde tutuyorum. Yanımda sürekli küçük bir kompakt fotoğraf makinesi ve aksiyon kamerası taşıyorum. Böylece değişen ışık ve hava şartlarına göre istediğim zamanlarda fotoğraf çekebiliyorum.

Bir yanda da stresli bir iş ortamında çalışırken, hobilere zaman ayırmanın daha da kritik olduğunu düşünüyorum. Dünyayı, politikayı, şirket haberlerini sürekli takip etmeniz gerekiyor, çarkın dişleri finans sektöründe daha da hızlı dönüyor. Bu durum, bazen zorlayıcı olabiliyor. Ülke gündemimizin değişkenliği de iş planlarınızı altüst edebiliyor. Bu ortamda para yönetmek zaten çok stresli. İşte fotoğraf, bu stresi dengeleyebilmeme yardımcı oluyor.

Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuzBir emeklilik planınız var ?

51 yaşındayım, zaten resmi olarak emekliyim ama aktif olarak çalışmaya devam ediyorum. Bazen şartlar zorlasa da, zihinsel olarak en verimli çağımda olduğumu düşünüyorum. İşimi severek yaptığım sürece çalışmayı planlıyorum. Bugün çocuklarım kendi hayatlarını kurmuş olsalar da, maddi olarak bir ihtiyacım olmasa da yapabildiğim kadar işime devam etmek isterim.

2005-2006 arasında iki yıla yakın süre Kadir Has Üniversitesi ve İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Sermaye Piyasaları ve Portföy Yönetimi dersleri verdim. İş yoğunluğu nedeniyle devam ettiremedim. Ondan çok keyif alıyordum. Hatta ders notlarımı gözden geçiriyor, zaman zaman güncelliyorum. İlerde yine yapmak isterim.

Tamamen fotoğrafla uğraştığım bir hayatı da isterdim aslında. Geçenlerde yıldız pozlama ve ND filtre ile fotoğraf çekme konusunda ufak çaplı da olsa bir eğitim verme teklifi aldım. Şu an kendimi yeterli hissetmiyorum ama ilerde neden olmasın? Tabi, bunların hepsini şu anki işime paralel olarak da sürdürebilirim. Belki 7-8 yıl sonra şu anki tempoyu kaldıramayacağım bir dönem olursa, zamanımın daha fazlasını da bu tarz çalışmalar ayırabilirim. Tamamen başka bir kariyer başlatmak gibi bir planım yok açıkçası, ancak çevremde bunu yapanlarla da iletişim halindeyim. Ablamın bir fotoğraf atölyesi kurma hayali var mesela, haberi yok ama belki öyle bir şey olursa ona da katılmak isteyebilirim :).

Peki kurumsalda yeni işe başlayan ya da 30-40 yaş grubunda olup  konusunda hırslı olanhayatını tamamen üzerine kuran kişilere ne önerirsiniz?

Finans sektörü biraz zorlu. Özellikle o yaşlarda vakit ayırmak zor olabiliyor. Ama hiç biri tam olarak mazeret değil. Çünkü iş hayatınızdan kaynaklı yorgunluk hobinizle dengeleniyor. Hafta sonu yaptığım bir fotoğraf gezisi, yoğun geçen iki çalışma haftasının stresini azaltıyor, o mutlulukla hafta daha rahat geçiyor. Bizim işimizde kafanızın zaman zaman boşalması lazım ki sağlıklı karar verebilesiniz. Ne kadar yoğun olursanız olun yine de hobiye vakit ayırmak lazım.

Katıldığım gezi ve atölyelerde, her ne kadar genç arkadaşlar olsa da profilin genellikle emeklilerden oluştuğunu gözlemliyorum. Bir de çevremde hobileri olmayıp bana özenen arkadaşlarım var. Onlara, “Önünüzde hiçbir engel yok! Bir tane çok üst seviye olmayan ya da 2.el fotoğraf makinesi alıp, temel fotoğraf eğitimine gidebilirsiniz. Bu sayede hem yeni insanlar tanırsınız, hem de bir sürü yeni şey öğrenirsiniz. Devam etmeseniz bile orada öğrendiklerinizle çocuklarınızın, ailecek gidilen tatillerinizin fotoğrafları daha kaliteli olur.” diyorum.

Hatta, “İlerde emekli olursam neyle uğraşırım, çok sıkılırım.” diye düşündükleri için bir hobim olsun diyen insanlar var. Bende de tam tersi, keşke daha çok vaktim olsa da hayalini kurduğum her şeyi yapabilsem diyorum :).

Keşke fotoğrafa hiç ara vermeseydim.

Aslında insanın bir hobisinin olması  yerindeki verimliliğini de artırıyor diye düşünüyoruz.

Kesinlikle. Bir yandan da farklı deneyimler ve paylaşımlar kazandırıyor insana, bunu yaşayarak gördüm. Geçenlerde bizim şirketin web sitesi için bir kapak fotoğrafı lazım oldu. Farklı sitelerden birine para verip satın almaktan vazgeçip, benim çektiğim bir fotoğrafı kullandık. Daha sonra yine web sitesi için yöneticilerin fotoğraflarının çekilmesi gerekiyordu. Yarı uyduruk flaşlarımı kullanarak ve fotoğrafları ben çektim. Hatta kendi fotoğrafımı da :). Bunun yanısıra beni çok mutlu eden bir konuda, Grup şirketimiz Şeker Yatırım’ın 2017 takviminde benim fotoğraflarımı kullanmak istemesi, deniz fenerleri fotoğraflarımdan oluşan bir takvim yaptık ve ben çok mutlu oldum.

Geçmişe yönelik yaptıklarınız veya yapamadıklarınızla ilgili bir pişmanlığınız var ?

Aslında var. Fotoğrafa ilgim daha önce bahsettiğim gibi 1988’lere kadar uzanıyor. Temel eğitimi 2005’de almıştım, keşke hiç ara vermeseydim, biraz daha ciddi yapsaydım. Çok üzülmüyorum ama arada bir aklıma geliyor. Düşünsenize en baştan daha ciddi yapsaydım neredeyse 30 senelik birikimim olacaktı.

O zamanlarda çevremdekiler beğenirlerdi çektiğim fotoğrafları. Ama o kadar teknik hata var ki o fotoğraflarda, şimdi anlıyorum tabii. Şu anki bilgilerimle bakmak bile istemiyorum :). Zeynep ile tanışmamıza vesile olan Hakan Hatay ve Ali İhsan Gökçen hocalarımla çalıştıktan sonra, net fotoğrafın ne demek olduğunu, keskin fotoğraf çekmenin nasıl olduğunu öğrendim. Bu ve benzeri bilgilerden sonra fotoğrafa bakışım değişti. Şimdi tripod ve ND filtre olmadan dışarı çıkmıyorum, gittiğim yerlerde her şeye ‘fotoğraf gözüyle’ bakmaya başladım. Mesela 2-3 sene önce ailece, Norveç-İsveç- Danimarka gibi kuzey ülkelerinde 8 günlük tur yapmıştık. Çok güzel yerlere gittik, çektiğim çok güzel fotoğraflarım var ama oradayken bir uzun pozlama yapamamış olmama da üzülmüyor değilim. Gerçi aileyle ya da arkadaşlarla seyahate gidildiğinde öyle çok fazla imkan olmuyor ama yine de farklı olabilirdi. Geçen sene 30 kişilik lise grubuyla Assos’a gitmiştik. Gece çok geç yatmamıza rağmen sabah 05.30’da kalkıp gün doğumunda kumsalda uzun pozlama çalışmıştım. Biraz istedikten sonra ikisi de (hem arkadaşlarla birlikte olmak, hem fotoğraf çekmek) mümkün aslında.

Dediğim gibi keşke fotoğrafa daha önce başlasaydım ama ne yapalım, belki öyle olsa şu an birlikte fotoğrafa gittiğimiz güzel ekiple tanışmamış olacaktım :).

Önce mühendislik eğitiminizsonradan üstüne gelişen bambaşka bir  ve bunların yanı sıra bambaşka bir hobiBusüreçte almış olduğunuz eğitimden faydalandınız faydalanıyor musunuz?

Mühendislik eğitimi sırasında aldığım derslerden neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum. Aslında olay biraz daha farklıydı, klasik eğitimden farklı olarak bize problem çözmeyi öğrettiler. Ben de hayata hep o şekilde yaklaşırım. Bir problem varsa karşımda, çözmek için elimde hangi araçlar var, hangilerini nasıl kullanırsam en verimli şekilde çözüme ulaşabilirim diye bakarım.

Tabii ki bu durum sadece mühendislik eğitimimin bir sonucu değil. Rahmetli dedem emekli öğretmendi. Yazları Kumburgaz’daki yazlık evimizde, sekiz torun hep birlikte kalırdık. Sevgi dolu ama yarı askeri ? bir disiplin içerisinde işleri paylaşarak yapardık. Evde yapılacak işlerin olduğu bir pano vardı. Bu disiplin, hayatım boyunca bana yol gösterdi. Her alanda teknolojiyi kullanırım. Bütün konulara analitik bir bakış açısıyla yaklaşmaya çalışırım. En basit bir durumda bile excel tablo hazırlarım, ufak bir simülasyon yaparım. Fotoğrafta bile zaman zaman bunu kullanıyorum. Yabancı sitelerde gördüğüm bazı tablolar, grafikler veya hoşuma giden metinleri bir yerde topluyorum. Tamamen kendim için aslında, ihtiyacım olduğunda kolaylıkla ulaşabileyim diye. Çok sıkı arşivci bir yönüm var.

Mühendislikten bahsederken, Boğaziçi Makine Bölümü’nden sınıf arkadaşlarımın yarısı finans sektöründe çalışıyor. İnanılmaz bir rakam. İçlerinde finans sektöründe danışmanlık yapanlar hatta Princeton’da fizik doktorası yapmış olan bile var. Bu durum biraz da Türkiye’de en yüksek puan alan öğrencilerin mühendisliğe ve tıpa yönlendirilmesiyle ilgili diye düşünüyorum.

Hem kariyer anlamındahem de kariyeriyle hobisini beraber yürüten insan olarak örnek aldığınız birisi oldu mu?

İş hayatına uzman yardımcısı olarak başladığım Garanti Bankası’nın o dönemki Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Akan’dı. Boğaziçi Üniversitesi’nde Elektronik Mühendisliği eğitimi almış, sonra üzerine finans yüksek lisansı yapmış parlak bir bankacıydı. Aynı zamanda çalışanlara karşı sıcak ve yakındı. Bankadaki görevinin yanı sıra Boğaziçi Üniversitesi’nde de ders veriyordu. İlk iş günümde aramızda çok güzel bir konuşma geçmişti. Üniversitede öğrencileriyle bir paper (makale) yazmayı planlıyordu ve birlikte yazmayı önerdi. Çok önemliydi bu benim için. O dönemki prestijli bir finans dergisinde ismimizin beraber yer aldığı makale yayınlandı. Evde hala saklarım.

Onun dışında fotoğrafçılık alanında kendime örnek aldığım insanlar, hocalarım var. Ama tek bir rol modelim yok. Hakan Hocayı (Hakan Hatay) çok seviyorum, onun fotoğrafa bakış açısına da bayılıyorum ama onun gibi olamam. Tarzını seviyorum ama başka tarzları da seviyorum. Sokak fotoğrafçılığını da, portre çekmeyi de seviyorum. Timurtaş Onan hocamdan da farklı şeyler öğrendim. Benimkisi biraz, hepsinin bir kombinasyonu gibi. Son dönemde katıldığım 17-18 fotoğraf atölyesinin bir harmanı. (Doğa atölyesi, stüdyo fotoğrafçılığı, sokak fotoğrafçılığı doğal ışıkta portre çekimi vb.). Başarılı örneklere bakıldığında genelde bir ya da iki alana yöneldiklerini görüyoruz. Bu ara biraz dağınık gidiyorum ama çok da kasmıyorum kendimi. Hangisinden zevk alıyorsam, onu yapıyorum. Yıldız fotoğrafı çevirmekten çok samanyolu çekmeyi seviyorum mesela, gerçi ikisini aynı anda yapmak gibi bir lüksümüz var :).

Tuz Gölünde çektiğiniz son fotoğrafları görmüştükmüthiş!

Evet güzel bir çalışmaydı. Mars yüzeyinde gibiydik resmen, bileğimize kadar su içindeydik. Bu çalışma için 600 km gidip, 600 km geri döndük. Hakan Hoca öyle tutkulu ki, gece saat 02:30’da dönmüşüz otele ki zaten aynı sabah 05:30’da kalkmışız. O, bu yorgunluğun üzerine, fotoğrafları hemen işleyip sosyal medya hesaplarından paylaştı. Ben henüz o kadarını yapamıyorum.

Siz de sabah 06:45’te işe doğru yola çıkmış oluyorsunuz ama

Evet, sonuçta plazada mesaili çalıştığım bir işim var. Bir taraftan da hobimin yaptığım işe zarar vermesini istemiyorum, o dengeyi iyi kurmak lazım. Ama başarabildiğimi düşünüyorum.

Fenerbahçe’den bahsetmezsem olmaz! ?

Peki bizi ilk duyduğunuzda aklınızda ne canlandı? (Zeynep bahsetmiş olabilir tabii ? )

Zeynep’e özeniyorum, hayatında çok güzel uğraşıları var. ‘Mutfak terapisi’, ‘plazadandünyaya’, fotoğraf, sosyal sorumluluk projeleri… Benim de aslında blog yazma denemem olmuştu. Hatta bir tanesi bayağı popüler de oldu. Ama fotoğrafa yoğunlaştıktan sonra bıraktım.

Evet, sizin hikayenize dönersem ? , ‘Plazadan Dünyaya geçmek’ aslında herkesin yapmak isteyip de yapamadığı bir şey. Web sitenizi inceledim, hatta kendi twitter hesabımda yazılarınızdan bir iki tanesi de paylaştım. Başarılar diliyorum size. Bu arada bu yaptığınız iş, ciddi bir mesai gerektiriyor. Şu yaptığımız röportajın dökümü (deşifresi) ne kadar zordur bilirim (kahkahalar). Bu deşifre denilen şey, öyle duyduğunu yazmak değil ki. Denemişliğim var, 10. dakikadan sonra beynim patlamıştı. İnşallah yaptığınız bu röportajlardan takipçileriniz feyz alır. Plazayı bırakıp başka bir yere gitmeseler bile en azından dünyaya açılabilirler. Ben de bu dünyaya açılanların küçük çaplı bir örneği olarak, farkında olmadan yardımcı olabiliyorsam ne mutlu bana.

Tam mini testimize geçecekken Oğuz Bey çok önemli bir şey hatırlattı?

Bu arada sormadınız hiç bahsetmedim, böyle bir röportajda adı geçmezse beni tanımak anlamında çok eksik olur. Yoğun bir Fenerbahçe ilgim var. 18 senedir kombinem var(dı), İstanbul’daki her maça gittiğim gibi elimden geldiğince deplasman maçlarına da gidiyor(d)um. Fenerbahçeli birçok mail grubumuz var, bunlardan önemlilerinden biri, çoğu finansçılardan oluşan 250-300 kişilik bir ekip. Hafta arası hepimiz böyle takım elbiseli kurumsal bir kimlikteyiz. Hafta sonu ise tribünde tezahürat eden sıkı taraftarlara dönüşüyoruz. Aslında son 1-2 senedir Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durumdan memnun değilim. Yani futbolda elbet başarısızlık olabilir ama bizimki biraz daha yönetim başarısızlığı, laf aramızda başkandan memnun değiliz. Sonuç olarak bu sene ilk kez kombine almadım. Geçen sene de son 5 maça gitmemiştim. Kombine hayatım boyunca İstanbul’da iki maç üst üste gidemediğim yoktur aslında o derece tutkuluyum. Daha önceleri, hafta sonu İstanbul’daysam bütün programımı ona göre yapardım. Şimdi anlattığım gibi biraz değişti bu durum, artık bütün programımı fotoğrafa göre yapıyorum. Tabii ki seyrediyorum maçları ama programıma göre değişiklik olmuyor.

O zaman mini testimize yavaştan geçelim (kahkahalar)

Mini test / O mu bu mu?

Çay mı kahve mi? ÇayCanon mu Nikon mu? NikonFIFA mı PES mi? FIFA diyeyim ama çok merakım yok.Topuklu mu babet mi? Ay bu zor (kahkahalar): Trekking ayakkabısı ?Parmak arası mı sandalet mi? SandaletPizza mı lahmacun mu? LahmacunUçak mı yelkenli mi? YelkenliTek mi çift mi? TekTwitter mı Instagram mı? Şimdi Instagram , eskiden Twitter’dı.Mac mi PC mi? PCKedi mi köpek mi? KöpekVezir mi piyon mu? VezirYumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan? Yumurta tavuktan (kahkahalar)Rezidans mı villa mı? VillaSiyah mı beyaz mı? Beyaz (kızlardan sarı-lacivert ! kahkahalar)Supermen mi Batman mi? Superman

Çok teşekkür ederiz ? .

Ben teşekkür ederim.